Toplum15:07, 01 Ağustos 2014
Yüzyıl önce kurtulan hayatlar

Haber
ajansı Armedia ve Ermenistanlı sivil toplum kuruluşu ‘Avrupa Entegrasyonu’,
Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümü yaklaşırken “100 yıl... Gerçek hikâyeler.
Beni Kurtaran Türk” adlı bir proje hazırladı. Bu proje kapsamında Türklerin
Soykırım’dan kurtardığı Ermenilerin yakınları tarafından aktarılan gerçek hayat
hikâyeleri bir kitapta toplanacak. Bu öyküler, kitaptan önce ilk kez Taraf’ta
yayımlanıyor.
2015 yaklaşırken başta Ermenistan’dakiler olmak üzere pek çok STK, o dönemde
yaşanan acıları tüm boyutlarıyla bugünkü kuşaklara aktarmak için çalışmalar
yürütüyor. Arşivler taranıyor, röportajlar, araştırmalar yapılıyor. Bunlardan
biri de merkezi Ermenistan’ın başkenti Erivan’da bulunan ‘Avrupa Entegrasyonu’.
Normalleşme sürecine katkı yapmayı amaçlayan bu kuruluş, Ermenistan Haber
Ajansı ‘Armedia’ ile birlikte ilginç bir araştırmaya imza attı. Bir tarafta 100
yıl önce katliam emrini verenler, diğer tarafta da Ermeni komşularını,
dostlarını veya hiç tanımadıkları insanları ölümden kurtarmak için çaba
gösterenler... Aynı topraklarda yaşamış iki grubun varlığı bu araştırmayla
ortaya kondu.
Çalışma sonucunda yakınları Türkler tarafından Soykırım’dan kurtarılan 50
Ermenistan’lı aileye ulaşıldı. Bu 50 ailenin torunları ve yaşlılarından
kurtarılma öyküleri sözlü tarih projesi olarak derlendi. Hikâyelerin özelliği,
kahraman(lar)ın Ermeni Soykırımı’ndan doğrudan ya da dolaylı olarak, Türklerin
yardımları sayesinde kurtulmuş olması. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı ve
İngiliz Milletler Topluluğu Ofisi’nin desteğiyle gerçekleştirilen 50 röportaj
önümüzdeki Ekim ayında Türkiye’de, İngiltere’de ve Ermenistan’da Ermenice,
Türkçe ve İngilizce olarak kitaplaştırılacak ve bir sergi düzenlenecek.
Tanıkların aile albümlerinden paylaştıkları fotoğraflarla zenginleştirilen bu
kitapta yer alan kurtarılma öykülerinden bazılarını okurlara sunuluyor...
Babam Avetis Suvaryan 1901 yılında Arapkir’de doğmuş. Katliam başladığında babasını, başka birçok insanla birlikte asker olarak toplayıp götürmüşler. Dedemi götürdükleri yerde öldürmüşler. Babam küçük kardeşiyle birlikte yalnız kalmış. Bir süre sonra kardeşini Amerikan yetimhanesine teslim etmişler. Babam anlatıyordu; insan gruplarını Fırat Nehri kıyısında toplayıp ellerini ve ayaklarını bağlayarak tekneyle nehrin ortasına götürüyor ve boğuyorlarmış. Babam, ‘ölümü bekleyen’ bu grupların birindeymiş. Orta halli bir Türk kıyıdaki grupa yaklaşıp birkaç genci kendisi için çalıştırmak, özellikle çobanlık yaptırmak için almak istemiş. 14-15 yaşlarında olan babam da seçilen gençlerden biriymiş. Böylece bu Türk 4-5 genci almış. Birkaç hafta çalıştıktan sonra gençler kaçmaya karar vermişler.

Babam, geceleri yola çıkıp güneye doğru yürüdüklerini, gündüzleriyse mezarlıklarda saklandıklarını hatırlıyordu. Bu şekilde ilerleyerek Suriye, Halep’e varmışlar. Orada durum daha rahatmış. Babam, Suriye’den Lübnan’a geçmiş. Beyrut’ta çalışmaya başlamış, bir süre sonra Amerikan yetimhanesinin çocuklarıyla birlikte Beyrut’a gelmiş olan kardeşini bulmuş. Babam kardeşini yetimhaneden alarak, ona kendisi bakmaya başlamış.
Annem de yetimhane çocuğuymuş. O da yine aynı yollardan geçerek Arapkir’den Beyrut’a varmış. Annemin ailesinin Arabkir’de bir deri atölyesi varmış. Annemin babası Karapet zengin ve etkili bir adammış, onu bulmak için kardeşlerine eziyet çektirmişler. Böylece dedemi ve kardeşlerini öldürmüşler. Annem 3-4 yaşlarında olan erkek kardeşi ve kırk günlük kız kardeşiyle yalnız kalmış. Çocukların annesi -büyükannem- hastalanmış ve tedavi edilemediği için hayatını keybetmiş. Akrabalardan bazıları kırk günlük bebeği annesiyle gömmek istemiş, fakat büyükannemin kız kardeşi izin vermemiş. Annem günler boyunca aç kaldıklarını anlatıyordu.Bir şekilde direnmek için çocuklar bezelye çorbası yapmışlar ve tehlikenin farkına varmadan iki aylık kardeşlerine de yedirmişler. Bebek maalesef çorbayı içerken boğulmuş...
Ben 1937’de Beyrut’ta doğdum. 1946’da altıncı karavanla
Ermenistan’a geldik, bizi Kırovakan’a yerleştirdiler. Daha sonra büyük
zorluklarla Yerevan’a taşındık. Babamın kuzeninin evinde bir yıl yaşadıktan
sonra bize bir arazi verildi, orada bir ev inşaa etmeye başladık ve daha
inşaatın hepsi tamamlanmamışken bu eve taşındık. Babam bir yapı ustasıydı,
zaman içinde evin inşaatını tamamladı ve üç çocuğunu orada büyüttü.
“Tanıdıkları, onlara kilisenin yakılacağını haber vermiş”
Dariko Melkonyan’ın anlatımı:
2000 yılında Kars’a gittim ve Kars Kalesi’nden dört bir yana baktım. Gözümün
önüne tehcir edilenler geldi ve o günden bugüne ağlıyorum, ailemin ne tür
acılardan geçtiğini anladım.
Annem, Soykırım’ın tanıklarından, ancak, yaşadığı ve gördüğü
şeyler-den o kadar azını anlatıyordu ki ben Kars’a gidene kadar hiçbir şey
anlamıyordum. Annem Sarıkamışlı’ydı. Soykırım yıllarında diğer birçok Ermeni
çocuğu gibi Amerikan yetimhanesindeymiş. Annemin dayısı tercümandı ve annemi o
bulmuş. Çocuk listesinde ‘Tirun Torosyan’ ismini okuduğunda onun kız kardeşinin
kızı olduğunu anlamış. Annem dayısına taşınmış, ancak kız kardeşi
Margarit’i Amerika’ya götürmüşler. Annemin erkek kardeşleriyle ilgili maalesef
hiç bir bilgi yok.
Babam Vahradyan Şeno 1907’de Noraber’de, o zamanki adıyla Kalal Köyü’nde
doğmuş. Şimdi orada bir baraj gölü bulunuyor. Babam da soykırımın
tanıklarından. Türkler, yaş ve cinsiyet ayırımı olmaksızın herkesi sürgüne
göndermişler. Babam o sırada hastaymış ve askerlerden biri ateş etmek
istediğinde diğeri, “Mermiye yazık, gâvur zaten ölüyor” demiş.
Böylece babam hayatta kalmış. Babam hep şaşkınlıkla hatırlıyordu, bütün köyü
yedi-sekiz kişi yerinden etmiş ve Ermeniler kalabalık olmalarına rağmen köyü
savunamamışlar. Sürgün yolunda babamın annesi kaybolmuş, kendisinin
hakkında başka bilgi alamadık. Babamı ve dedemi hayatta kalan diğer Ermenilerle
beraber kiliseye kitlemişler. Burada tanıdık bir Türk, kilise yakılacak diye
uyarmış. Babamla dedem de kaçıp kurtulmuş.
“Annemin Soykırım’dan kurtulma hikâyesi adeta bir mucize”
Donara Tarcumanyan’ın anlatımı:
O yıllarda insanlık dışı şartlarda yaşayabilmek, kılıçtan kaçıp bir aileye
sahip olup mutlu yaşayabilmek tam bir mucizeydi. Hatta bilemiyorum, annemin
hayatı ‘mutlu’ sayılabilir miydi? Çocukluk yıllarında yaşadığı felaket, gördüğü
vahşet hep gözlerinin önündeydi. O soykırımdan kurtulanlardan biri.
Annem Siranuş Hakobyan 1912’de Kars’ta doğmuş. Doğum gününü hatırlamıyordu, sadece o gün Vartavar Bayram’ydı diyordu, yani bir temmuz günü. Soykırım başladığında daha küçücük bir çocukmuş, Türkler tarafından yapılan katliam Kars’a biraz geç ulaşmış. Bildiğiniz gibi, Kars 1918’e kadar Rusların boyunduruğu altındaydı, ancak 1918’de dönemin en ulaşılmaz kalesi Türklere teslim edildi. Teslim edildikten sonrada hayatının sonuna kadar annemin gözünün önünden gitmeyecek olan kabus başladı.
Kars Ermenilerinin büyük bir kısmı katliama kurban gitti,
küçük bir kısmı da göç yolunu tutu. Annem iki erkek kardeşi, Mnatsakan ve
Hambartsum’la birlikte sayısız Ermeni göçmenin arasındaydı. Onları bir ahıra
götürdüklerini anlatıyordu. Annem çok küçükmüş ama her şey hafızasında kazılı
kalmış. Ahırda hareket edecek yer olmadığını anlatıyordu. Annemin hafızasında
askerlerin her gün gelip bir kaç isim söyleyip, o kişileri götürdükleri kalmış.
Öldürmeye götürdüklerini herkes biliyormuş. Bir gün de gelip Siranuş, Mnatsakan
ve Hambartsum’un kim olduğunu sormuşlar. Annem, “Birbirimize baktık ve anladık
ki sıra bize gelmiş” diye anlatıyordu.
Üçünü de götürmüşler, ama nereye olduğunu bilmiyorlarmış. Üç yetim çocuk daha
sonra kendilerinin kurtulduğunu anlamış. Çok büyük bir saraya varmışlar ve
orada amcalarının kızı Ağavni’yle karşılaşmışlar.
Ağavni’nin hikayesi de ilginçtir. Katliam yıllarında bir Türk paşa onu görüp
aşık olmuş. Ağavni, Türk’le evlenip saraya taşınmış. Ancak kızcağız hep
hüzünlüymüş. Türk paşa onu mutlu etmek için bir şey yapmak istemiş, Ağavni de
amcasının çocuklarını kurtarmasını istemiş. Türk paşa anladığınız gibi
Ağavni’nin ricasını yerine getirmiş ve üç Ermeni yetimi kurtarmış.
Türk paşanın evinde annemi ve dayılarımı çok iyi karşılıyorlarmış, yeni
kıyafetler ve yiyecek veriyorlarmış. Annem tam olarak hatırlamıyordu, fakat
yeterince uzun süre, yaklaşık bir yıl, diğerleri paşanın ne yaptığını anlayana
kadar o evde yaşamışlar. Paşa, eşi Ağavni’yi de alıp kaçmış, yetimleri yine
yalnız bırakmış. Annemin ve kardeşlerinin sonra nereye gittiklerini
hatırlamıyorum ama neticede yengelerini, Ağavni’nin annesini bulmuşlar. Daha
sonra yengesinin yardımıyla Gümrü’ye taşınmışlar.
Annem bir süre Gümrü’de yaşadıktan sonra “Türkler Kars’tan çekildi” haberini
almış. Annem ve kardeşleri dahil Ermenistan’da yaşayan bir çok Karslı,
Kars’ın kurtuluş haberini duyunca tekrar memleketin yolunu tutmuş. Kars’ta çok
kısa kalabilmişler. Bir süre sonra Rus-Türk anlaşmasıyla Kars kesin olarak
Türkiye’ye geçmiş ve insanlar tekrar Ermenistan’a doğru göç yoluna düşmüşler.
Yetimler yine yalnız kalmış, çünkü yengeleri yolda ölmüş. Yolda küçük
kardeşlerini de bilmedikleri bir hastalıktan dolayı kaybetmişler.
Annemi ve büyük kardeşini Yerevan’a getirip yetimhaneye teslim etmişler.
Şimdiki Sundukyan Tiyatrosu’nun yakınlarında bir yetimhane varmış. Orada yeni
bir hayata başlamışlar.
“Dedem, Kars’a gidip evimi göreyim, öyle öleyim, derdi”
Ruben Sarkisyan’ın anlatımı:
Dedem Melik Sarkisyan Karslıydı. Belgelere göre 1895’te doğdu ama kendisi 1888’de doğduğunu söylüyordu. Dedemden hikâyesini dinlediğimde onüç yaşındaydım. Merakım o kadar büyüktü ki dedemle büyükannem hikâyelerini anlatırken onların sesini kaydettim. Kendilerini anlatıyorlardı, evlerinin hasretiyle zaman zaman kendi şiveleriyle türküler söylerlerdi. Maalesef o kayıtlar aile arşivimizden kaybolup gitmiş.

Dedemin büyükleri Sasonlularmış, daha sonra
Kürtlerle yaşadıkları kavgalardan dolayı Muş’a göç etmişler, oradan da Kars’a.
Sason’dayken, bir gün Kürt birisi evimize gelmiş, atı avluya bağlayıp, orada
serpilmiş buğdayı rahat rahat heybelere doldurmaya başlamış. Ev sahipleri
sinirlenince, Kürt onlara karşılık olarak “Ermeniler çalışacak, Kürtler
yiyecek” demiş. Kızgın ev sahipleri sopayı ellerine alıp bu davetsiz misafire
vurmuş, adam ölmüş. Kürt’ün ailesinin intikamından kaçmak için aile
büyüklerimiz başka Kürtlere para verip onlardan yardım alarak Sason’dan
ayrılmış. Böylece bizimkiler Rusların boyunduruğundaki bölgelere göç etmiş.
Dedem, 1921’de Sovyet treninin Kars’a gelişini fark ediyor. Kendisinin
deyimiyle Rus trenini askerlerin ‘komunalka’ şapkalarından tanımış. Dedem
trenin Rus kumandanını da tanımış. Sonradan
Rus kumandanla dedemin beraber Bolşevik ordusunda askerlik yaptığı ortaya
çıkmış. Dedem Rus kumandana kaçmak ve trenle Gümrü’ye gitmek istediğini
söylemiş. Kumandan da dedemin istediğini gizli bir şekilde yapmaya söz vermiş.
Fakat bu konuşmayı başka birileri daha duymuş ve Türk paşaya, Melik, Rus
treniyle kaçmak istiyor diye haber yetiştirmiş. Türk jandarması dedemi paşanın
yanına getirdiğinde dedem gizlememiş ve soykırımdan kurtulmuş akrabalarının
yanına gitmek istediğini söylemiş. Dedem tanımadığı Ermeni bir kadını da eşim
diye kaçırmaya çalışmış.
Çok şaşırtıcı, ancak Türk paşa dedemi cezalandırmak yerine yol masrafını verip
serbest bırakıyor. Böylece dedem Kafkasya’ya gelmiş, bir süre Tiflis’te
yaşadıktan sonra Gümrü’ye yerleşmiş, orada da erkek kardeşlerini bulmuş. Sonra
da hep beraber Yerevan’a gitmişler. Dedem kendisi gibi zor şartlardan kurtulup
Batı Ermenistan’dan Yerevan’a giden büyükannem Yağut’la evleniyor.
Büyükannem, Türk askerlerin köy sakinlerini kilisede topladığını anlatıyordu.
Dört bir yana saman serpmişler ve kiliseyi ateşe vermişler. Türk paşa tesadüfen
oradan geçiyormuş ve askerlere insanları bırakmaları emrini vermiş. Büyükannem
de böylece şans eseri kurtulmuş.
Dedem marangozluk yapıyormuş, mesleğini Yerevan’da da devam ettirmiş. Dedemin
Soykırım’da ölen babası Khaçatur da marangozmuş. Khaçatur kışın kaybolmuş ve
cesedi ancak birkaç ay sonra, karlar eridiğinde bir kanyonun derinlerinde
bulunmuş, onu paltosundan tanıyabilmişler.
Dedem, Doğu Ermenistan’a göç etme kararını çok geç almış. Kars’tan göç etmeye
ve Sovyet Ermenistan’ına taşınmaya ancak Kars’ın tamamen elden gittiğini
anladığında karar vermiş. Onun annesi ve iki kardeşi de dahil olmak üzere bütün
akrabaları Kars’tan Tiflis ve Gümrü’ye kaçmış. Gümrü’ye kaçmışlar çünkü
umutları hâlâ varmış, Gümrü evlerine yakındı ve her şey sakinleştikten sonra
evlerine dönebilirlerdi. Dedem hikâyesini her anlatışında şöyle derdi “Hayalim,
bir kere Kars’a gidip evimi göreyim, öyle öleyim”.
Ermenihaber.am
Bölümün son haberlerİ

Cenaze töreninin 26 Nisan’da yapılması planlanıyor.

I. Aram Taziye mesajında ayrıca Papa Francisc’in Ermeni Soykırımı’nın tanınmasındaki cesur tutumuna ve Artsakh Ermenilerine verdiği desteğe de değinildi.

Ermeni Soykırımı araştırmacısı ve eski siyasi mahkûm Taner Akçam, 24 Nisan Soykırımı Anma Günü öncesinde Yerevan’daydı.
Alıntı

İranist Begijanyan, Reisi’nin ifadelerini yorumladı: “Ermenistan'a baskı yapılırsa Tahran müdahale eder”
En Çok Okunan
Aslan'ı konuşması sırasında sürekli olarak hakaret içeren sözlerle kesmeye çalışan iktidar partisi milletvekili, milli takımın eski futbolcusu Ünal Karaman oldu.
Ermenistan'da İsviçreli Ermeni gazeteci, fotoğrafçı Sönmez'in "Yaralı Yavru Kartal" kitabının tanıtımı yapıldı. Sönmez, Ermenihaber.am'e kitabını değerlendirdi.
Sevag Balıkçı, 2011'de Ermeni Soykırımı'nın anıldığı gün olan 24 Nisan'da, zorunlu askerliğini yaparken Batman'da Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmişti.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Roma'da Ermenistan Cumhurbaşkanı Vahagn Khaçaturyan ile bir araya geldi.
Ermenistan Dışişleri Bakanlığı, İran'ın Bender Abbas limanında meydana gelen patlamada hayatını kaybedenlerin yakınlarına ve ülke hükümetine başsağlığı diledi.
Takvİm
Anket
Bu yıl Ermenistan ile Türkiye devlet sınırı iki ülke vatandaşları için açılır mı?
Pİyasalar
EUR | TRY | USD |
549.84 | 90.05 | 485.12 |