Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler, uzun yıllardır stratejik, ekonomik ve bölgesel güvenlik konularında inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Son haftalarda Ankara’nın ilişkileri yumuşatacak adımlar atması, bu adımların “taviz niteliği” taşıdığı yönündeki eleştirileri beraberinde getirdi.
Vergilerin kaldırılması ekonomi mi, jest mi?
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için New York’a yaptığı ziyaret ve 25 Eylül’de ABD Başkanı Donald Trump ile Beyaz Saray’da planlanan görüşmesi öncesinde Türkiye, 2018’de ABD’nin çelik ve alüminyum tarifelerine karşı uyguladığı ek gümrük vergilerini kaldırdı.
Türkiye’nin ABD menşeli ürünlere yönelik ek gümrük vergilerini kaldırma kararı, ekonomik gerekçeler ile diplomatik jestler arasında çok boyutlu bir nitelik taşımaktadır. Öncelikle, ithalat maliyetlerinin düşmesi otomobil, pirinç, tütün ve alkol gibi kalemlerde tüketiciye kısa vadede fiyat avantajı sağlayabilir. Bunun yanı sıra, karar, iki ülke arasında hedeflenen 100 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşılması açısından teknik bir kolaylaştırıcı işlev görmekte ve mal akışını hızlandırabilecek bir etkiye sahiptir. Ancak bu adım, özellikle otomotiv ve tarım sektörlerinde yerli üreticilerin rekabet gücünü zayıflatma riski barındırmaktadır; nitekim muhalefet, bu noktaya özellikle dikkat çekmektedir.
Diplomatik düzlemde ise, kararın zamanlaması dikkat çekicidir. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu ziyareti ve Trump ile Beyaz Saray’da yapılacak görüşme öncesinde alınmış olması, Washington’a yönelik bir “iyi niyet göstergesi” şeklinde yorumlanmaktadır. Ankara bu hamleyi “ekonomik rasyonalite” ile açıklarken, muhalefet ve bazı uzmanlar tarafından ön taviz olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca bu adımın, F-16 ve F-35 programları ile Boeing siparişleri gibi kritik başlıklarda yürütülecek pazarlıkların zeminini yumuşatma işlevi görmesi beklenmektedir.
Bu bağlamda, gümrük vergilerinin kaldırılması yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik-diplomatik boyutları olan bir politika hamlesi olarak okunmalıdır.
Boeing tartışması ve gizli görüşme iddiaları
İç politikadaki en sert polemiklerden biri Boeing siparişleri üzerinden yaşandı. Muhalefet, Erdoğan’ın Donald Trump Jr. ile gizli bir görüşme yaptığını ve bu görüşmede büyük miktarda Boeing uçağı siparişi sözü verdiğini iddia etti. Erdoğan bu iddiayı reddetti; ancak Trump’ın “Boeing satışları, F-16 anlaşmaları ve F-35 konuları masada olacak” açıklaması şüpheleri tamamen gidermedi.
Boeing, son yıllarda yaşadığı güvenlik krizleri ve sipariş kayıpları nedeniyle yeni anlaşmalara ihtiyaç duyuyor. Türkiye’nin yapacağı olası bir büyük sipariş, ABD açısından ekonomik bir kazanç ve diplomatik bir başarı anlamına gelebilir. Bu nedenle mesele yalnızca ticari değil, aynı zamanda siyasi boyutlarıyla da önem taşıyor.
F-16 ve F-35 tartışmalarının stratejik boyutu
Washington gündeminde yalnızca Boeing değil, aynı zamanda F-16 ve F-35 programları da bulunuyor: F-16 modernizasyonu Türkiye’nin mevcut hava kuvvetleri kapasitesini artırma arayışını yansıtıyor. Ancak bu satış, ABD Kongresi’nin onayına bağlı. F-35 programına dönüş ise hâlâ belirsiz. Uzmanlar, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 sistemi nedeniyle bu programdan dışlandığını hatırlatıyor ve geri dönüşün ciddi siyasi tavizler gerektirebileceğini söylüyor.
Uluslararası baskılar ve olası tavizler
ABD ve Avrupa’daki çevreler, Türkiye’de demokratik gerileme ve insan hakları ihlallerini gündemde tutmaya devam ediyor. Washington’da F-16 satışlarının Kongre onayına bağlanması, Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemi konusundaki tavrını değiştirmesi için bir baskı aracı olarak görülüyor.
Olası taviz senaryoları arasında: S-400’lerin sınırlı kullanımı veya denetime açılması, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığında ‘kısmi iyileştirmeler’ (ki bu pek olası değil), Boeing ve F-16 anlaşmalarında ABD lehine daha esnek finansman koşullarının kabulü yer alıyor.
Erdoğan geri adım atar mı?
Erdoğan, iç politikada genellikle “geri adım atmayan lider” imajını koruyor. Bu nedenle büyük tavizler yerine uzun müzakereler, karşılıklı jestler ve zamana yayılan çözümler tercih ediliyor. Olası tavizlerin kamuoyuna “karşılıklı kazanç” olarak sunulması da bu stratejinin parçası olabilir.
Bu yaklaşım, Erdoğan’a hem dış politikada manevra alanı sağlıyor hem de içeride “dik duruş” söylemini sürdürme imkânı veriyor. Ancak bu strateji, ikili ilişkilerdeki sorunların uzun süre tam olarak çözülememesi riskini de beraberinde getiriyor.
Türkiye-ABD ilişkilerinde son gelişmeler bir “yeni sayfa” gibi sunulsa da, asıl mesele bu sayfanın nasıl doldurulacağıdır. Vergi kararının Meclis denetimi olmadan alınması, milyarlarca dolarlık savunma ve ticaret anlaşmalarının kapalı kapılar ardında yürütülmesi, şeffaflık eksikliğini görünür kılıyor.
Boeing polemiği, yalnızca bir uçak siparişi değil; Türkiye’nin dış politikasının, ekonomik önceliklerinin ve demokrasi standartlarının nasıl şekillendiğinin de bir testi. Erdoğan’ın Trump ile yapacağı görüşme, ilişkilerde yeni bir dönem başlatabilir; ancak bu dönemin kalıcı bir normalleşmeye mi yoksa yeni bir pazarlık döngüsüne mi yol açacağı belirsizliğini koruyor.
Kaynak: Ermeni Haber
Yazar: Ayşe Maraşlı